Hayvanlar bizim neyimiz? Tarih boyunca dünyanın fiziksel ve anlamsal sınırlarını birlikte kat ettiğimiz, yan yana ya da karşı karşıya, birlikte yaşam sürdüğümüz bu canlılar hiç şüphe yok ki kendi tarihlerinin biricik, insanların tarihinin ise eşsiz varlıkları. Dünyada ilk kez bitkiler vardı; bir tür deniz yosunları, mavi ve yeşil alglar. Sularla kaplı yaşamda tek hücreli canlılardan çok hücreli canlılara geçişin uzun zaman aldığı bilinir; halbuki sadece 1 milyar yıl! Nihayetinde 4.5 milyar yaşını geçen gezegenimizin ritmi ve içinde hayat bulan evrim olgusu usul usul akış göstermekte ve bugün biz modern insanın saate ayarlı aceleci zihninden biraz da ayrışmaktadır.
Önce sudaki bitkiler, ardından suda hayat bulan minik kurtçuklar, çok sonra balıklar ve bir gün sudan çıkma yetisini gerçekleştirenlerle kara hayvanlarının ortaya çıkışı. Böylece sonsuzca çoğalma, etkileşim, başkalaşım. Dünyadaki canlıların bizi büyüleyen hikâyesi yerkürenin her türlü koşulu ekseninde hareket edebilme yetisine dayanır. Koşullar değiştikçe ve paralelinde yer değiştirme söz konusu oldukça fiziksel yapı, sinir sistemleri, buna bağlı olarak beyin yapısı ve duygulanım da gelişecektir.
Milyarlarca yıl önceki ilk atalarımızın balıklar olması sizce de kulağa oldukça hoş gelmiyor mu? Bilim insanları bunu net bir şekilde söylüyor. Yanaklarımızdaki çukurların balık atalarımızın iskeletinden kalma olduğunu, yüzgeçten kol ve bacağa uzanan bir evrim süreci olduğunu, mücadeleci yaşamları gereği çok hızlı hareket etmesi gereken dinazorların kuşların ilk atası olduğunu ve daha nicesini. Paleontolojiden embriyolojiye çok çeşitli alanlardan gelen araştırmacılar tüm bunları geçtiğimiz yüzyılda ortaya koydu ve hâlâ gezegenimizin sırları ile bizi büyülüyorlar.İnsanın öteden beri dünyayı anlamsal olarak kuşatma düşüncesinde odak noktası daima hayvanlar oldu. Tarih boyunca mücadele edilen, eti yenen, ehlileştirilen, dost olunan, tiksinilen, masallara giren, totem edinilen, kutsal görülen, kaçılan, kovalanan, sembolleştirilen, genetiği değiştirilen bir hayvan olgusu ile yaşıyoruz. Onlar gerçekten de zihnimizde çok büyük bir yer kaplıyor. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan ilk resim ve heykel örneklerinin de hayvan olması şaşırtıcı olmasa gerek; onlarla olan çok yönlü ilişkimiz bizim kendi tarihimizin temellerini oluşturuyor. Dünyada ilk yerleşim yeri kabul edilen Göbeklitepe’nin akıl almaz hayvan tasvirlerinden resimsel gizemi ile büyüleyen Lascaux Mağarası’na, Antik Çin’den Peru’ya, Mısır’a uygarlık tarihi hayvanlarla kuşatılmıştır. Bugüne kalan tüm betimlemeler ve anlatılar bunu bize açık biçimde gösteriyor. Mezopotamya’da tarımı mümkün kılan tekerleğin icadı onu çekecek hayvanların evcilleştirilmesi ile koşuttur, savaşların kazanılması ve uzun yollar yapmak atın evcilleştirilmesi ile mümkün olacaktır, Çin’de ipek böceğinin evcilleştirilmesi Avrupa’ya dek uzan İpek Yolu ticaretinin başlangıcıdır.
17. Yüzyıl’da René Descartes hayvanları akıl, zeka ve ruhtan yoksun bir makine olarak tanımlar. Ona göre hayvanların zihinleri olmadığından acı çekmeleri fikri de bir yanılsamadır. Uygarlık tarihi boyunca insanın hayvanlarla olan yaşam kurgusu kendi üstünlüğünü ortaya koymak üzerinden biçimlenecektir. 19. Yüzyıl’a gelindiğinde ise artık hayvan hakları konusunda ilk kez önemli gelişmeler ortaya çıkar. İngiliz reformist ve hukukçu Jeremy Bentham, hayvanların aklı var mı, konuşabilirler mi gibi o zamana dek onları ikincil varlıklar gören sorgulamaları geride bırakıp hayvanların acı hisseden varlıklar olduğunu net bir biçimde savunur. 1824 yılında ilk kez Londra’da hayvanları koruma derneği SPCA kurulur. Bu dernek köpek ve diğer evcil hayvanlara acımasızca davranılmasını yasaklamanın yanı sıra ayı ve boğa avcılığını yasaklayan kanunların çıkmasını da sağlar. Hayvanlara ilişkin etik tartışmalar ve koruyucu hareket daha sonra tüm Avrupa ve Amerika’da yayılır. Hem etinden hem de gücünden yararlanılan ve yetiştiriciliği gittikçe yaygınlaşan hayvanların bulaşıcı hastalıklardan uzak tutulması amacıyla ilk veteriner okulunun kurulması ise daha da eskiye dayanır; 1762 yılında Lyon’da, 1791 yılında Londra’da açılır. 1842 yılında ise Prusyalı veteriner hekimi Godlewsky tarafından Askeri Baytar Mektebi adıyla İstanbul’da açılacaktır. Modern dünyanın ortaya çıkardığı tüm bu gelişmeler bir yana, insanın hayvanlar ile daha etik düzlemde yaşamayı öğrenmesi ekoloji bilinci paralelinde uzun zaman alacağa benziyor. Bugüne gelindiğinde dahi insan, hayvanlara var olma hakkını kendi geniş sınırlarının çeperinde bahşediyor.
İnsanlar ile hayvanların, hatta birbirinden farklı tüm hayvanların dünyayı algılama biçimlerinin farklı olduğu bir gerçek. 20. Yüzyıl’ın başında Alman doğabilimci Jacop Johann von Uexküll, ne kadar farklı canlı türü varsa, o kadar farklı dünyalar olduğunu yaptığı araştırmalarda ortaya serer. Uexküll’ün çalışmaları yepyeni bir dünya bakışına öncülük eder. Örneğin bir kara sineğin 3 bin petekli gözü 360 derece görmesine olanak sağlarken kenenin görmeye ve duymaya kapalı dünyasında canlıların yaydığı bütirik asit koku ve ısısı onun algılamasını sağlar. Gölgeleri ve nem değişimlerini takip ederek çevreyi algılayan sülüklerin dünyası, etrafa yaydığı ses dalgalarının çarpıp yankı çıkarması ile aradığı nesnenin yerini tespit eden yarasaların dünyasından çok farklıdır. Böylesi öznelliklerle dolu bir dünyada yaşarken nasıl en doğru bakıştan ve varoluştan bahsedebiliriz ki! Uexküll’ün gösterdiği gibi her canlı kendi algılama biçiminin mümkün kıldığı dünyayı yaşar.
Ekolojik yıkımla, iklim felaketlerinin alarm vermesiyle ve soyların tükenmesiyle burun buruna gelmiş bir dünyada insanın en ayrıcalıklı yanı belki de bilimsel araştırmaları ve teknolojik buluşları. Nihayetinde araç kullanma, düşünme, sorun çözme ve konuşmayla eşdeğer anlaşma yetisinin hayvanlarda da olduğu kanıtlandı. Yaşam, sağlık ve işte uzun soluklu bir ömrün sırlarını bulmak için verilen hatırı sayılır uğraşta bilim ve teknolojinin odak noktası görüntüleme cihazlarının keşfi insanlık için büyük çığır açtı. 1895 yılında Wilhelm Conrad Röntgen’in buluşundan bugüne sıradışı ilerlemeler kaydeden görüntüleme cihazları yaşamı değerli kılmaya sonsuz katkılar sağlıyor. İnsan yaşam ile doğrudan ilintili bu teknolojiyi sadece kendi faydasına kullanmaması gerektiğini ise epeydir görmekte. Berlin Kraliyet Veteriner Akademisi Cerrahi Kliniği Direktörü Profesör Richard Eberlein, hayvan hastalıklarının tanısında röntgeni ilk kullanan kişi olarak anılır. Veteriner radyolojisinin öncüsü olarak kabul edilen Eberlein, 1895 yılında Röntgen'in röntgeni keşfetmesinden bir yıl sonra tanı amaçlı röntgen kullanımına ilişkin bir makale yayınlar. 1905 ve 1906 yıllarında Berlin'de düzenlenen birinci ve ikinci röntgen kongrelerinde veteriner röntgen tedavisi üzerine bildiriler sunar. 1927 yılında ise Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Rockefeller Enstitüsü'nden alınan bir fon Viyana Veteriner Lisesi'nde Röntgen Enstitüsü'nün ekipmanları ile birlikte kurulmasını sağlar. O tarihten sonra gerek Avrupa’da gerek Amerika’daki kliniklerde veteriner hekimlerin görüntüleme cihazlarını kullanarak hayvan tedavisinde yol almaları yaygınlaşır.
Bugünün insanı her zamankinden daha fazla hayvan ile yaşıyor; onun güvenine, sıcaklığına, ruhsal iyileştiriciliğine ihtiyaç duyuyor. Bu doğrultuda insan sağlığının olmazsa olmazı görüntüleme cihazları hayatımızdaki hayvanlar için de can alıcı bir değer taşıyor. Dünyada açılmış olan binlerce hayvan kliniğinde hayvanların hastalıkları görüntüleme cihazlarının aracılığıyla tanıya ve erken tedaviye kavuşuyor. Öyle gözüküyor ki tıp teknolojisinin en ileri görüntüleme olanakları biz insanlar için mümkünse onlar için de mümkün. İnsanın hayvanların sağlığına yönelik çabası onlara olan tarihsel gönül borcunun da en doğrudan karşılığı.
Türkiye’de sayılı veteriner fakültesinde ve yine sınırlı sayıda özel veteriner görüntüleme merkezlerinde hayvan hastalıklarına ilişkin teşhiste MR (Manyetik Rezonans) ve BT (Bilgisayarlı Tomografi) cihazları kullanılıyor. Veteriner alanında bu cihazların henüz çok sınırlı olan varlığını arttırmak yaşamımızdaki hayvanlara olan etik sorumluluğumuz için kaçınılmaz duruyor. Görüntüleme cihazları konusunda Türkiye’nin önde gelen şirketi Siemens Healthineers ‘sağlık, hayvanlar için de!’ mottosu ile veteriner alanında görüntülemenin tıpkı insanlar için olduğu gibi hayvanlarda da hayati bir anlam taşıdığına dikkat çekiyor ve bu eksende bir sosyal sorumluluk projesi “Algoritmalar ve Hayvanlar” sergisini izleyicilerle buluşturuyor. Bu sergide ülkemizdeki veteriner görüntüleme merkezlerinde tanı amaçlı çekimi yapılmış hasta hayvanlara ya da çoktan hayata gözünü yummuş hayvanlara odaklanıyoruz. Bilimsel ve teknolojik olanaklar onların bedenlerini çok daha detaylı biçimde görmeye fırsat veriyor, bu çarpıcı görüntülerle karşı karşıya gelmek ise doğrudan bir sorumluluk bilinci ortaya çıkarıyor. Veteriner fakültelerinde araştırmacılar ve sıradan hayatlarında bizler, herkesin payına düşen bir sorumluluk var. Evlerimizde bizimle birlikte yaşamasına ihtiyaç duyduğumuz hayvanlar, hayvanat bahçelerinde koruma ya da seyir amacıyla yaşayan hayvanlar, yakınımızdaki ya da uzağımızdaki hayvanlar bir beden ve biricik bir canlı olarak işte tam karşımızdalar! Hiç şüphe yok ki kendi tarihimizin ikonik varlıkları hayvanların sağlığına olan sorumluluğumuz kendimize olan saygımızın da yegane göstergesi.
Seda Yörüker